Türkiye Gezi Parkıyla Uyanıyor….Günaydın Türkiye

Bundan yüz küsur yıl önce birileri İstanbul’un göbeği Taksime,  Çınar ağacı tohumları ekti. Bu kökü dışarıda nifak tohumları kök salarak koca koca çınarlar oldular.  Bu ne idüğü belirsiz Çınarların ülkeye zarar verdiğini en sonunda Cumhuriyetin 61. hükümeti fark etti ve kesmeye karar verdi. Allah zeval vermesin. Ancak halk hükümetin bu özel çabasını anlamadı. ve kökü dışarda çınarlara destek vermek için eyleme başladıGörselAma kahraman polisimiz eylemcilere göz açtırmamak için kahramanca mücadele ediyor. O sıcakta kaskla, çelik yelekle, gaz fişekleri dolu cephaneliklerle , kalkan ve tüfeklerle ıstıraplar !!! içinde can sipherhane mücadelesine devam ediyor. 

Görsel

Taksimde başlayan bu halk hareketi maalesef ülkenin her yanına yayılıyor. Oysa bilmiyorlar ki o çınarlar bu ülkeye yıllardır nasıl zarar veriyor. Kos koca başbakan yıkın diyor, susun ve itaat edin. Ama neredeeee.  Efendim polis orantısız güç kullanıyormuş. Ne yapsın polis meydanı halka bırakıp, ağaçların orada kalmasına göz mü yumsunlar.  Tabi ki topuyla, tüfeğiyle, gaz bombalarıyla, içi gazlı tazyikli sularıyla saldıracaklar.

Ben bu satırları yazarken bile kendimi zor tuttum ki siz okurken sanırım sanırım benden daha beter olmuşsunuzdur.  Bütün bir gün Gezi Parkı ve Taksim de fotoğraf çekip olayları gözlemledim ve bire bir yaşadım.  Gezi Parkı bence sadece herhangi bir neden. Astığım astık, kestiğim kestik diyen bir diktatöre top yekün bir isyan. Evet, bu faşizme karşı bir halk hareketi.  Evet, çok kötü şeyler yaşanıyor belki ama bardağın dolu yanını da görmek gerekiyor. Halk artık bu faşist sürece dur diyor, artık seyirci kalmayacağız diyor. Bu özgürlüğün ve demokrasinin halk tarafından sahiplenilmesinden başka bir şey değildir. Gezi Parkı bu tepkinin kıvılcımı olmuştur. Ve Taksimden başlayan bu kıvılcım tüm ülkeye yayılmaya başladı bile. İzmir ayaklandı, Ankara, Eskişehir, Bolu, Düzce ve diğerlerinden sesler yükseliyor. 

Görsel

Birkaç ay önce Ferhan Şensoy’un bir sözünü okumuştum.  “Dışarda sağanak halinde faşizm yağıyor, büyük bir demokrasi şemsiyesi altında toplanmak gerekiyor” demişti. Sanırım tam anlamıyla da bu oluyor. Farklı siyasi görüşlerde insanlar yan yana, omuz omuza bu eylemin içinde.  Daha dün Fenerbahçe Galatasaray maçında karşı karşıya gelen, hatta bir de cinayete taraf olan gruplar İstiklal caddesinde yan yana yürüyor. Çarşı olmadan olur mu? Çarşı da bu eylemde Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılarla birlikte. Evlerinde insanlar eylemcilere ışıklarını yakıp söndürerek, tencere tava çalarak, alkışlayarak destek veriyor. Ülke çapında 1000 polisin istifa ettiği söyleniyor. Edirne polisi eylemcilere müdahale etmeyeceğini söylemiş.  Halk hep birlikte Faşizme isyan ediyor.

Polis demişken biraz da gün boyu yaşadıklarımdan bahsetmeliyim.  Sadece toplanıp, hiçbir taşkınlık yapmayan insanların üzerine bir anda gaz bombaları ve tazyikli sularla saldırdılar.  Bu arada suların içinde de biber gazı ya da başka bir yakıcı kimyasal var. İlk anda gözüme gelen su zerreciklerinden etkilendim. Sonra da tam sırtıma düşen gaz bombasının dumanından. Hep birlikte kaçışıyoruz ama Taksimin etrafı sac panellerle kapatıldığından sıkışıp kaldık. Ama su ve gaz bombaları üzerimize yağmaya devam etti.  Nefes aldıkça genzim ve burnum yanıyordu. Bir an nefessizlikten öleceğimi bile düşündüm.  Son anda sacların altından Talimhane tarafına kaçtık.  Bir apartmandan gelin diye içeri aldılar ve süt ve Talcidli suyla yüzümüzü yıkayıp kendimize geldik. Sonra tekrar İstiklale çıktım. Polis Gaz Bombasını zevk alırcasına atmaya devam ediyordu.  Öyle ki kimi zaman “yüzüne yüzüne” diye bağırabiliyordu. Bu nasıl bir öfkedir, nasıl bir kindir, nasıl bir beyin yıkamadır anlayamadım. Aklıma canlı bombalar geldi. Bu insanların nasıl beyni yıkanıyor ki, üzerine bombaları yüklenip, patlatabiliyorsa, bu da öyle açıklanabilirdir. Başka bir açıklama bulamadım. Hatta bazı polis şefleri “durun” demese insafsızca o keyfi yaşamaya devam edeceklerdi.  Bunu insani kriterler içinde izah edebilmek pek mümkün değil. 

Görsel

Hatta unutamayacağım bir olay da şöyle gelişti. “Sıraselviler de toplanan gruba müdahale ediyordu polis. Ortalık duruldu döndüm geliyordum arkamdan “ yapma yapam” diye bir ses duydum ve döndüğümde bir polisin 2 kız ve bir erkekten oluşan arkadaşların üzerine 1,5 metreden direk gaz bombasını ateşlediğini gördüm. O kadar ani oldu ki, makinamı kaldırıp çekemedim bile ve o anda zaten kendimi kaybettim ve “ sen ne yapıyorsun” diye polisin üzerine yürüdüm. “Sana ne lan, sen önce tipine bak” yanıtı geldi. “ Sana göre tipsiz olabilirim ama en azından insanım” yanıtını verdim ve o anda halk sonra da şefi müdahale edince ciddi bir olay olmadan bitti. Düşüne biliyor musunuz 1,5 metreden direk üstlerine ateş etti ve Allahtan hayvan herif isabet ettiremedi.  Bu nasıl bir ruh halidir anlamak mümkün değil. Ve anlamadığım başka bir şey de o polislerle benim kimliğimde aynı ibare var; TC. Ben kendi adıma bunu kabullenemiyorum.  10 saat boyunca Taksim de bire bir eylemlerin içinde oldum. Birçok kez ciddi bir şekilde gaza maruz kaldım.

Görsel

Sadece saat 21.00 gibi İstiklaldeki arbededen gözlerimi açamaz bir halde dönerken meydandaki bir polis  “ su ister misin” diyerek pet şişeyi uzattı.  Teşekkür ettim ve “ sabahtan beri birçok kez bunu yaşadığımı ve ilk kez bir polisi böyle bir şey yapıyor” dedim.   Üstüne az önce yazdığım olayı anlattım.  “Kötü bir çocukluk geçirmiştir, ya da çocukluğunda tacize uğramıştır abi ne diyim” dedi. “Şu anda burada olmaktan utanıyorum ama maalesef ki bu mesleğin içindeyim “ dedi.  Yani içlerinde o beyin yıkma hareketine karşı duran polislerin de olduğu kesin ve onların da hakkını teslim etmek lazım. Ama sanırım sayıları oldukça az.

Şahit olduğum başka bir acı olayda şu oldu. Yine çok yakın mesafeden genç bir arkadaşa sıkılan fişek tam sağ omzuna isabet etti. İlk müdahalesini ben yaptım. Hem bir yandan acıdan inliyor, hem de birlikte gazdan gözlerimiz yanıyordu.

Görsel

Bu arada ilerden de polise atılan taşlar bize de geliyordu ve Kalkanlı polislerden yaralıyı korumalarını rica ettim ama kıllarını bile kıpırdatmadılar. Sonunda gelen ambülansı hastanın önüne çekerek müdahale yapılmasını sağladık. Genç arkadaşın omzunda ciddi bir yanık ve kanama vardı. Muhtemelen de omzu kırılmıştı.  Yine olayların durulduğu bir anda tam meydan da polis meydan da duran insanlara ki, münferit ikişerli üçerli insanlar ve muhtemelen çoğu da metrodan çıkan ve nereye gideceğini bilemeyen inşalara dağılmalarını anons etti. Ancak durum şöyle. Metrodan meydan çıktığınız da gidilebilecek bütün yollar polis tarafından tutulmuş, her sokağın ilerisinde gruplar toplanmış ve polis grupların üzerine gaz bombası atıyor. Yani insanların gidebileceği hiç bir yer yok.  Sonunda insanlar Etap Marmara’nın önünde istif olarak toplandılar ve o anda polis insanların üzerine gaz bombası yağdırmaya başladı. İnsanlar otelin içine girerek kurtulmaya çalışıyorlardı.  Ve bir kişinin çok kötü olduğu sesleri yükseldi. Kimleri polisin üzerine yürüyor, bağırıyor kimileri doktor, doktor diye haykırıyordu. 16 yaşlarında bir kız çocuğu, otele taşımışlar. Ben de içeri girdim. İçerde otel müşterisinden çok gaza maruz kalan insanlar var ve herkes birbirine yardım ediyor. Otel personeli de ciddi bir yardım gayreti içinde. Kızcağız öyle bir etkilenmiş ki, bir travma halindeydi ve konuşamıyordu.

Görsel

Ambülans geldi ama hep birlikte bir tekerlekli sandalyeye koyup arka kapıdan ambülansa bindirdik. Kaçabilecek hiçbir yeri olmayan, hatta çoğu da sadece o anda orada bulunan insanların üzerine gaz bombası yağdıran kişilere “insan” denilebilir mi bilmiyorum. Umarım önemli bir şey olmaz ve hayatının baharına kaldığı yerden devam edebilir. Ama bu anı unutabileceğini hiç sanmıyorum.

Olayların ilk başladığı ana da dikkat çekmek lazım.  Gezi Parkında uyuyan insanlara sabah 05 e doğru pusu kuruluyor. Evet özellikle pusu dedim. Şöyle düşünün, polis olay mahalini dağıtmak için harekete geçer. Gezi Parkının 3 çıkışı var. Ve polis bu 3 çıkıştan saldırıya geçerek insanların kaçmasına bile fırsat vermeden onları gezi parkının içinde gaz ve kimyasallı sularla sıkıştırdılar.  Bu pusu değildir de nedir, ve nasıl bir caniliktir….Oysa polisin eylemcilerin dağılması için en az bir noktayı açık bırakması gerekir.

Gün boyunca polisin düşmana  saldırır gibi saldırmasına eylemciler, barikatlar kurarak, taşla sopayla ve yürekleriyle karşılık vermeye devam ettiler.  Ağır gaz bombasına, tazyikli ve kimyasallı sulara rağmen tekrar tekrar toplanıp karşı durdular.  Polisle iletişime geçmeye de çalıştılar, orada değil burada bizimle olmalısınız dediler, gaz bombası atmayın dediler ama dinletemediler. Gerekçe olarak atılan taşları gösterdiler. Oysa hiçbir şey yapmayan insanların üzerine gazla, suyla gidip insanları savunma durumunda bıraktıklarını hiç düşünmediler. 

Görsel

Böyle birkaç olaya da şahit oldum. İnsanların girişimi ve birkaç insaflı polis şefinin gayretiyle tam ortalık durulacak gibi olurken, birden sıkılan gaz bombaları ile çatışma tekrar başlıyordu. Şeflerinin insanlarla konuşmasını fırsat bilen kimi polisler barış anını tüfekleriyle yok ettiler. Böyle onlarca çaba gözü dönmüş polisler tarafından yok edildi. Anlayamadığım bu polis kimin polisiydi ve kime karşı sıkıyorlardı o gazı ve kimyasallı suyu. Suyun kimyasallı olduğunu nereden çıkardın demeyin. Birkaç kez ben de nasibimi aldım. Sırılsıklam ıslandım ve tüm vücudum cayır cayır yandı. Hele gözünüze geldi mi, gazdan daha beter bir etki gösteriyordu.

Saat 11 gibi eve geldim. İlk işim televizyonu açmak oldu ki, hayatımdan çıkardığım bir aletti o.  Halk Tv dışında her kanal günlük aptal yayın akışını sürdürüyordu. Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi gözlerini kulaklarını olanlara tıkamışlardı ama dışarıda halkın sesi gittikçe yükseliyordu.  Ve yükselmeye de devam edecek gibi görünüyor. Ordu ve Mersinde sokağa dökülmüş. Ankara meclise yürüyor, ODTÜ ler yurtlarından çıkmaya başlamış. Kadıköy Bağdat caddesine akıyor, Üsküdarlılar meydan da toplanıyor, Beşiktaş da halk zaten sokak da.

Bu gün aslında  başbakan bu emiri vererek Türk halkının uyanmasına neden oldu. Belki de 10 yıldır yaptığı en iyi icraattı budur diyebilirim. Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkesi, Fenerlisi, Galatsaraylısı, Beşiktaşlısını, Karşıyaklısı, Göztepelisini,   Chp lisi, Mhp lisini bir araya getirdi.

Görsel

Sanırım insanlar sağanak yağan faşizme karşı büyük bir demokrasi şemsiyesi altında toplanıyor.

Görsel

 

 

 

Kendiniz için bir şey yapın…

Son günlerde canınız çok sıkkın. ..

Streslendiniz, ama durulamıyorsunuz.

İçinizden hiç bir şey yapmak gelmiyor . Lakin bir şey yapmadan da bu durumdan çıkmak mümkün değil, bunu da bal gibi biliyorsunuz.  “Değneğin her iki ucu…” deyimi  halet-i ruhiyenizi en iyi şekilde tanımlıyor.  Böyle durumlarda değneğin uçlarına odaklandığımızdan, gittikçe kesifleşen kokunun nedenelerini de hep uçlarda ararız. Oysa çözüm çoğunlukla çok daha basit bir yerdedir. Ama uçlara odaklanmaktan bunu göremez, göremediğimizden karamsarlığımız daha da artar ve bekleriz. Evet bir mucize bekleriz. Bu beklenti gerçekleşirse, ne ala… Yok ama gerçekleşmezse  bir süre sonra  boğazımıza kadar …. batarız.

Böyle bir durumda ben bu halt-i ruhiyeden çıkmak için kendimi doğaya atardım. Dünyanın en iyi terapisti olduğuna inandığım doğanın terapisi ile batmaktan kurtarırdım kendimi. Ama şimdi, kimi anlamsız işler yüzden ha bu gün ha yarın olacak diye her geçen gün artan bir stresle bu lenet olası şehirde tıkılıp kalmıştım. Kısaca işim bir mucizeye kalmıştı.

İşte tam da bu sırada Meriçin Facebook da paylaştığı bir video benim mucizem oldu. Mucize diyince öyle büyük bir şey düşünmeyin, dedim ya çözümler çoğu zaman düşünemeyeceğimiz kadar basit olur. Benim mucizem de böylesi çok basit bir şeyle oldu. Bahsettiğim video, üzeri ceviz parçaları ve hindistan  ceviziyle kaplı çikolatalı topların yapımını gösteren bir videoydu… Çikolata mutluluk verirmiş ya, görüntü bile  algıyı tetiklemiş olmalı ki, malzemeleri almak için kendimi markette buldum. Görüntüler ve anlatım o kadar basit görünüyordu ki, yapmak da çok kolay olacaktı. Marketten gelince Meriçi aradım, dakka bir gol bir oldu, krema yerine süt almıştım. Meriçten bir kaç küçük tüyoda alıp tekrar marketin yolunu tuttum. Şimdi her şey tamam ve mutfaktaydım. Tabi ki nasıl yaptığımın tarifini sizlerle paylaşacağım. Yoksa fotoğrafını gördüğünüzde sizin de ilginizi çekebilir ve tarifi vermediğim için  bana kızabilirsiniz. Kimbilir gördüğünüz bu fotoğraf ve tarif sizin de mucizeniz olabilir…

Efenim işe 200ml kremayı tencereye koyarak başlıyoruz. Üzerine de 2 adet 80 gr lık bitter çikolatayı parçalayıp koyuyorsunuz. Çikolatalar eriyene kadar karıştırıyorsunuz. Sonra bir yemek kaşığı kadar tereyağ ekleyip  onu da karıştırarak eritiyorsunuz.  Sonra da karışımı soğumaya bırakıyorsunuz. Ama siz beklemiyorsunuz. 2 paket petiboure bisküyü elinizle (rondom olmadığı için) küçük parçalara bölüyorsunuz,  ayrıca aldığınız ceviziçilerini  de bir şekil de ( dedim ya rondom yok, ben poşete koyup kavanoz arkası ile ezdim) olabildiğince küçük parçacıklar haline getiriyorsunuz. Çikolata sosunuz oda sıcaklığına geldiğinde  parçaladığınız biskivü ile karıştırıyorsunuz. İyice karıştırdıktan sonra 2 saat kadar buzdolabında bekletiyorsunuz. 2 saat sonra da dolaptan alıp bir şekilde yuvarlıyorsunuz. Sonra da hindistan cevizi ve ceviz tozuna batırıyorsunuz. Sonuç mu… Aşağıda gördüğünüz gibi.

Bu gördüğünüz görüntünün canlı olduğunu, dokunabildiğinizi ve hatta tadabildiğinizi düşünün. Tadının da enfes olduğunu. Sanırım yazının bu kısmı görüntüyle birlikte biraz tahrik unsuru oluşturdu ama bunun için yapacak bir şey yok, sadece hepinizden özür dilerim. Kendim yaptığım için söylemiyorum ama tadı gerçekten  inanılmaz güzel oldu. Hal böyle  olunca benim de keyfime diyecek kalmadı.

Artık değneğin bir ucunda hindistancevizli, diğer ucunda ceviz parçacıklı çikolatalı toplar vardı.  Çikolatanın kokusu bile çekicidir. Ayrıca  bilirsiniz ki  çikolata serotonin ve endorphin salgılanmasını arttırarak  mutluluk verir. Fakat insanın kendisi için bir şeyler yapmasının verdiği hazzı değil bu salgılarla,  hiç bir şeyle karşılaştırmanın mümkün olacağını düşünüyorum. Uzun zamandır mutfakta kendim için böyle bri şey yapmamıştım. Oysa neredeyse 2-3 günde bir mutfakta bir şekilde yemek yapıyordum ama hep bildik ve alışageldik şeylerdi. Yani programlanmış bir robot gibi sadece karın doyurmak amaçlı bir işlem yapıyordum.   Yıllar sonra yaptığım bu nefis tatlıyla kendi mucizemi yaratmış oldum.  Şimdi  kendim için bir şeyler yapmanın verdiği mutlulukla beraber adını ÇikoTop koyduğum çikolatalı topların tadını çıkarıyordum.

O günden beri mutfakta kendim için yeni ve farklı şeyler yapmaya başladım. Bu benim yeni küçük mutluluğum oldu. Neler mi yaptım…

Bakın bu Sıkıcık Çorbası. İnce bulgur ve tarhana karışımından köfte hazırlayıp, sarımsaklı yoğurtla servis ediyorsunuz.

Bu gördüğünüz Patlıcan ve Domates soslu Fusuli Makarna.

Bu da tamamen benim icadım olan bir tavuk yemeği. Krema, köri ve sebze soslu tavuk.

Eğer bu gördükleriniz ve okuduklarınız siz de salt bir acıkma hissinden başka bir şeyler uyandırdıysa,  bence hiç mazeret üretmeden doğruca mutfağa girin ve  kendiniz için bir şey yapın

Merhaba…

1 varmış

..   yokmuş…

medyanın tellal, yalakaların berber olduğu bir coğrafyada, kendini seyyah diye tanımlayan bir adem-i fani; gördüklerini, düşündüklerini yazmaya karar vermiş. Yazmak her ne kadar fiil olarak bir eylemse de, düşüncenin eyleme geçmemiş halidir. Ama maazallah  tahrik ve kışkırtıcı bir yanı olmadığını da söylemek pek masum bir tavır sayılmaz.

” Oku…”

Yok canım bu öyle gaipten duyduğum ulvi bir ses değildi.  Bu babamın sesiydi.  Bu yönüyle ulvi bir yanı olabilirdi tabi ama daha çok bir emir kipiydi.  Emir büyük yerden olunca ben de okumaya başladım.  Başladım da…  benim okuma olayı  pek de babamın düşlediği gibi olmadı. Ki  okudukça babamın düşlerinden daha da uzaklaştığımı net bir şekilde itiraf etmem lazım.

Sonuç;

ben yoldan çıktım.

Hangi yoldan;

babama ve babamın temsil ettiği toplumsal  dayatımlara göre biçimlendirilmiş yoldan.

Önce vatanı kurtarmaya kalkıştım.

Burada sıralayamayacağım nedenlerle  olayın beni aştığını görüp, bu işten tegavüten emekli oldum.İnsan genç yaşta emekli olunca ve ruhunda bastıramadığı bir de asilik olunca, haliyle yerinde duramıyor.

Bu sefer de doğayı ve yaşadığımız çevreyi kurtarma ( bu kapsam da beceremesem bile)  en azından tek bir ağacı kurtarma misyonunu üstlendim. Üstlendiğim bu son misyonda başarısız olduğum söylenemez. Kurtardığım bir kaç ağaç olduğu gibi,  ilerde kurtarmak adına diktiğim ağaçlar da oldu.

Bir metropol de yaşadığımdan ve ağaçlar da bana uzak olduğundan,  ağaçları görmeye uzaklara gitmek gerekti. Bu gidiş gelişlerim sırasında gelişen keşif duygusu, doğa da olma duygusu, macera duygusu, adrenalin duygusu vb… beş duyuma birden hitap edince; kendimi  dağlara çıkarken, tepeleri aşarken, kanyonlar geçerken buldum. Sonra da başka insanları taktım peşime. Bir de baktım, biz bir grup insan; o dağ senin, bu tepe benim, o kanyon onun , bu güzel coğrafya bizim dolaşıyoruz.

Bir söz vardır;  yediğin içtiğin senin olsun, bize gördüklerini anlat  diye. Oysa yediğimiz  de, içtiğimiz de hep bize kalıyordu. Bu bencil tavırım yıllardır sürdü. Ta ki hayatıma giren güzel bir insan beni bu konuda ikna edinceye dek. İkna olmasına olmuştum ama müzmin bir teknoloji  özürlü olarak bunu nasıl yapacaktım. Küçük bir yardım ve ciddi bir emek sonunda  işte bu bloğ ortaya çıktı. Blogda sadece gezgin yanıma dair yazılar olmayacak.  Bir gezginin yaşadığı coğrafya ve kendine dair bakışını anlatan yazılar da yer alacak.

O  halde  ” MERHABA ” diyip başlayalım yazmaya.